Zaruretler haram olan şeyleri mubah kılar prensibi de böyledir.
İslam hukukunda maslahat ve sedd-i zerai ilkeleri yanında başka ilkeler de vardır. Hakkında şer’i bir delil bulunmayan şeyler asılları üzere kalır, eşyada ibaha esastır gibi.
Biz maslahat, sedd-i zerai gibi ilkelere istinaden hüküm tesis etme meselesini şöyle görüyoruz: Tümevarım yoluyla bir esasa veya ilkeye varılıyor sonra da bu ilkeden hareketle bir takım neticelere gidiliyor veya başka meseleler buna kıyas ediliyor.
Bizim için bu çıkarım yöntemlerinin bir problem haline gelmesi bu yöntemleri kullanarak varılan hükümlerin dinden sayılıp sayılmayacağı, bunlara bir kutsallık ve değişmezlik elbisesinin giydirilip giydirilemeyeceği meselesidir. Bence olayların tabiatından kaynaklanan özelliklere ve umumi maslahatlara uygun olarak verilen hükümlerin akla dayalı olmaları münasebetiyle kutsal ve değişmez olamayacağı tabiidir. Çünkü şartlara göre daha farklı veya daha uygun tedbirler düşünülebilir. Dinden olmayanı din gibi kabul etmek, kutsal olan İslam şeriatına Allah’ın emretmediği bir şeyi sokmak olur ki bu, ağır bir sorumluluğu gerektirir.
Fıkıh alimleri tarafından dinin alanı oldukça geniş tutulmuş, dinin bütün beşeri münasebetleri kapsadığı kabul edilmiştir. Dinin alanı bu kadar geniş olursa bu alandaki meseleleri çözümlemek için ya yeteri kadar dini kaynağa ihtiyacınız olacak ya da akılla ortaya koyduğunuz çözümleri dinden saymak gibi bir yanlışa düşeceğiz. En dorusu şöyle olmalı: Dinden olana dine uygun çözüm, dinden olmayan alana ( Nasların doğrudan belirlemediği hukuk alanını kastediyorum) dine aykırı olmayan aklî çözüm.
90
90 |