her yerde, içinde yaşanılan toplumun sosyal şartlarına uygun davranıldığı bir gerçektir. Yukarıdaki ayetin de çevrenin ve zamanın etkisiyle bu şekilde yorumlandığını düşünülmelidir.
İslam’ın başlangıcında kanun sözcüğüne rastla-mıyoruz. Kur’an-ı Kerimde ve Hadis-i şeriflerde toplum düzenini temin eden kanun ve kaideler için hüküm tabiri kullanılmaktaydı. Şüphesiz ki Allah’tan başkasının teşri yani yasama görevi bulunmadığı iddiasının kaynağında, kanun kavramını, dinden olan hükümlerle eş anlamlı kabul etmek gibi bir anlayış yatmaktadır. Kur’an-ı Kerim tercümelerinde kullanılan kanun tabiri ise, Allah’ın sünneti karşılığı olarak tabiat nizamı anlamına gelmektedir. Tabiat nizamı anlamına gelen kanun kavramı ise bu çalışmamızın konusu değildir.
Öyle anlaşılıyor ki İslam hukukçuları, kanun kavramının içini haram, vacip, günah veya sevap gibi salt dini hükümlerle dolduruyor ve nasıl ki haram koymak Allah’a mahsus ise, kanun koymak da Allah’a mahsustur demek istiyorlar.
Bu katı tutuma rağmen İslam alimleri, nasslara uygunluk şemsiyesi altında “hall ve akd” ehlinin içtihat yaparak teşri görevinde bulunabileceğini ileri sürdüler ve bu yolda uygulamalarda bulundular. Böylece teşri görevi bakımından müçtehitlere de bir yetki tanıdılar. Biz yukarıdaki bölümlerde fıkıh alimleri tarafından kullanılan yöntemlerin nasslara uygunluğu tam olarak temin edemeyeceğini ve bu yolla verilen fetvaların salt dini hükümler sayılamayacağını ifade ederek Sahabeler devrinden itibaren, ilk halifeler ve toplum ileri gelenlerinin kendi re’yleri ile aldıkları kararların ve koydukları hükümlerin
149
149 |