Re’ycilere karşı çıkanlar, ibadet sahası ile muamelat sahasını aynı metotlarla ele alıyor ve böylece ibadet sahasında mahzurlu gördükleri bir yöntemi, hukuk alanında da mahzurlu görerek hukukta içtihat etmenin alanını daraltıyorlardı. Ahmet ibni Hambel gibi.
Aslında re’ycilerin başlangıçta hukukun alanını genişleten ve dinin alanını daraltan bir tutum izlediklerini söyleyebiliriz. Çünkü re’yciler; akıl yürütme, muhakeme etme, en iyi olanı bulup ortaya çıkarma, halkın temayüllerini ve örflerini hukuka temel sayma gibi eğilimleriyle görüş açılarını ve ufuklarını geniş tutmuşlardır. Bu gelişmeye ve yeniliklere açık bir hukuk anlayışı gibi görülmektedir. Böyle bir hukuka isim olarak İslam hukuku demenin de hiçbir mahzuru yoktu. Çünkü bu hukuk da, İslam dininin manevi ikliminde ve kültür ortamında doğup gelişme imkanı bulmuştu. İlla da İslam hukuku denmesi için bütün kurallarının vahye dayalı olması gerekmiyordu.
İslam’ın ilk devirlerinde, aşağı yukarı Abbası Devleti kuruluncaya kadar geçen süre içindeki ilk yüzyılda, özellikle Hanefi fıkıh alimleri, toplumun zaruretlerini şahsi görüşleriyle harmanlayarak, hukuk oluşturabiliyor ve birbirlerine muhalefet edebiliyorlardı. Belki de kutsal kabul etmedikleri bir sahadan bahsediyorlardı. Daha sonra muamelat sahasında dahi olsa şahsi görüş beyan etmek yasaklanmaya, içtihatta bulunma serbestliği kayıt altına alınmaya başlandı. Nass bulunmayan konularda görüş belirtmek demek olan re’y günah sayıldı. “Allah, hiç kimseye kendisinden önce geçmiş ilim kaynağına dayanmaksızın fetva verme yetkisi tanımamıştır. Peygamberimizden sonraki ilim
129
129 |