kalkınca kutsallık alanı genişlemiştir. Din vahiyle ve ilahi hükümlerle sınırlı olması gerekirken, başlangıçtan itibaren bir ayırıma gidilmemiş, Peygamberimizin devlet reisi olarak yaptıklarıyla bir beşer olarak ihtiyaçlarını karşıma şekilleri de kutsallaştırılmaya çalışılmıştır. Diğer yanda sahabeler devrinden beri müçtehitler, meseleler üzerindeki görüşlerini ve çözümlerini sunarken bunların dine uygun olduğu görüşünden hareketle bu fetvalara kutsallık atfedilmesine sebep olunmuşlardır.
Geçmişte re’ycilere karşı çıkan mezhepler, onları, dinden olmayanı dine ilave etmekle suçluyorlardı. Bu kendi içinde tutarlı bir duruştu. Fakat onlar da sahabe fetvaları dahil olmak üzere geçmişe ait haberlerin bütününü dinden saymak gibi ayrı bir hataya düşüyorlardı. Müçtehit imamlar bir meselede kendi görüşlerini belirtmeden önce, varsa bu konudaki ayet ve hadisleri zikrediyor, sonra reşit halifeler ile sahabe büyüklerinin bu konudaki içtihatları ve uygu-lamalarına yer veriyor, daha sonra hocalarının görüşlerini belirtiyor ve eğer bir boşluk kalmışsa kendi görüşünü ortaya koyuyordu. İmam Şafiî de ilim sahibi olmayı geçmişin haberlerini bilmekle bir tutarak şöyle diyordu: “Kendisinden önce geçmiş olan sünnetleri, selefin görüşlerini, insanların icma’larını ihtilaflarını ve Arap dilini bilmedikçe bir kimse kıyas yapamaz.” O halde İmam Şafiî de genel eğilime uyuyor, adeta sahabenin ve hocalarının görüşlerine itirazsız bağlanıyordu.(48) Bir ilim adamı, bir görüşe eleştiri yöneltemiyor çekiniyorsa, o görüşü yüce bir makamdan gelmiş, kutsal bir hakikat olarak kabul ediyor demektir.
 48 Er-Risale Tercümesi. Paragraf: 147, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
128
128 |