uyan her sözümü alın, onlara uymayan bütün sözlerimi terk edin.”(51) Müçtehitlerin bütün içtihatlarında, ‘nasslara uygunluk’ ilkesi, en önemli bir özellik gibi görülmektedir. Bu uygunluk, hakkında doğrudan nass olmayan bir konuda, ancak ona benzetmekle olur.
Fıkıh alimleri, fer’i meseleye benzerlik kurabilecekleri bir nass bulamadıklarında istihsan, mesali-i mürsele ve sedd-i zerai gibi ilkelere baş vurmuşlar; yani insanların iyiliğini göz önünde bulundurma, onları kötülüklerden koruma ve kamu yararını gözetme gibi umumi prensiplerden hareket etmişlerdir. Hakkında düzenleyici nasslar bulunmayan hibe, emanet, ödünç verme, rehin, sulh, ibra, istihkak, borçların takası ve hacr gibi konularda hukuki düzenlemeler yapma ihtiyacı duyduklarında da yukarıdaki genel ilkeleri ve yöntemleri kullanmışlardır. Bunu yaparken dinden olan bir şeyi değil, aklı ve hatta olayların tabiatından kaynaklanan özellikleri esas almışlardır. Bu noktada re’ycilerle onlara karşı olanların birbirlerini suçladıklarını görüyoruz. Hukukun illa da dinden ruhsat alması gerektiğini ileri sürenler, re’ycileri şahsi görüşlerini dine ilave etmekle suçluyor; buna karşılık re’yciler de dine uygun davran-dıklarını söylemeye devam ediyorlar.
Hakkında nass bulunmayan bir konu, aslında insanların fikir beyan edebileceği mubah kabul edilen bir sahadır. Ne var ki, bu saha dahi, fıkıh bilimi içinde, nasslarla belirlenen diğer hukuk konuları ile yan yana getirilerek dini bir veçhe kazandırılmaya çalışılmıştır. Bu, dinin manevi atmosferi ve kutsallığının mubah kabul edilen bir sahaya
 51 Muvatta’ tercümesi. Doç.Dr. Vecdi Akyüz’ün önsözü. Beyan Yayınları-1994
140
140 |