hangilerinin dinden olduğu ve hangilerinin dinden olmadığı konusunda tereddüt edilen hükümler daha çok, Peygam-berimizin bir toplum önderi olarak bilhassa beşeri münasebetler konusunda söyledikleri ve uyguladıklarında yoğunlaşmaktadır.
Peygamberimiz aynı zamanda bir devlet başkanı ve toplum önderi idi. Bu sıfatla önce Medine halkını ve sonra da Müslüman olan bütün Arabistan ülkesini yönetmiş, düşmanlarla savaşarak askeri birlikleri sevk etmiş, ganimetleri taksim etmiş, çeşitli kavimlerle akitler ve sulh anlaşmaları yapmış, davalara bakmış, çarşı ve pazarda denetlemelerde bulunmuş, halkın yararını gözeterek bazı kurallar koyarak öğütlerde bulunmuş, devlet işleri için yöneticiler görevlendirmiş, devletin gelirleri ve giderleri için bazı düzenlemeler yapmıştır.
Bazı fıkıh alimlerinin bu tür meseleler söz konusu olduğunda “İşte bu, Resulüllah’ın şeriat ve nübüvvet yoluyla yaptığı bir tasarruf değil, imamet ve siyaset yoluyla yaptığı bir tasarruftur” demeleri bunların bir kısmının dinden sayılmadığına işaret eder. Peygamberimizin nebevî tasarruflarının değişmez, kutsal ve dinden olacağı; imamet ve siyaset yoluyla yaptığı tasarrufların ise re’ye dayalı olmakla dinden hükümler olmayacağı düşünülmelidir. Düşmandan alınan arazilerden Hayber topraklarını, mücahitler arasında taksim etmesine rağmen, Mekke topraklarını taksim etmemesi devlet reisinin takdirine bırakılmış bir konu olarak kabul edilmiştir.
Sahih hadis kitaplarında yer alan hadislerden biri şudur: Peygamberimiz, mahiyetindeki kuvvetlerle birlikte bir
114
114 |