ihtiyaçlarına göre çeşitlenmekte ve çoğalmaktadır. Nitekim fıkıh dediğimiz hukuk alanı, bu günün kurumları ve ihtiyaçlarına göre düzenlenseydi eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, şehir planlaması, trafik, basının düzen-lenmesi,belediye hizmetleri gibi daha pek çok konuyu kapsamı içine alarak alabildiğine genişleyecekti.
Mesele re’yle, istihsanla, kıyasla yani aklımızı kullanarak, muhakeme ederek ortaya konan çözümlerin, yorumların ve fetvaların din mi, dini karakterli mi, yoksa dini olmayan hükümler mi olup olmadığı meselesidir. Eğer içtihat yoluyla varılan hükümlerin değişmezliği ve kutsallığı iddia edilmiyorsa bizim için tartışılacak bir mesele kalmamış demektir.
Biz dinden sayılmamaları ve kendilerine kutsallık atfedilmemeleri şartıyla, halkın hukuki ihtiyaçlarını karşılamak için kıyasa, istihsana ve aklî muhakemelere başvurulmasına, örflerin hukukta delil olarak kabul edilmesinde bir mahzur görmüyoruz. Bir yanda Kitab ve Sünnetle doğrudan vazedilen hukuk hükümlerinin dinden olduğuna ve bunların kutsallığına inanıyor, diğer yanda ise hukukta yeni usul ve delillerin kullanılması söz konusu olduğunda, Ahmet ibni Hambel’ın sandığı gibi bunlara din tesis eden birer yöntem olarak bakmıyoruz.
Ama insanların zihinlerindeki gerçek, bizim burada anlatmak istediğimiz gibi değildir. İnsanların zihnine yerleşmiş olan kanaate ve bu kanaati destekleyen dinî ve kültürel çevrelere göre, fıkhın ve dolayısıyla şeriatın bütün hükümleri ister Kitaba ve Sünnete dayasın, isterse çıkarımla
126
126 |