Hristiyan haneye karşılık 214 Müslüman hane vardı(bir başka okunuşa göre bunlar vergiden muaf Hrıstiyanlardı.) . 16. yüzyıl sonu veya 17. Yüzyıl başlarında yazılan 122 sayılı tapu defterine göre ise Hemşin'deki Müslümanların tamamına yakını buralardan göç etmişti. Hemşin'deki Hristiyan hane sayısı da 457'den 1342 haneye yükselmişti. Lakin Hemşin sürekli göç veren bir bölge oldu. Bundan önceki bölümde işaret edildiği gibi Sürmene ve Çarşamba'nın Kurşunlu kasabasına göçler olmuştu. Trabzon çevresinde de Hemşinliler vardı. Bu göç eden Hristiyan Hemşinliler yerine anadili Türkçe konuşan Müslümanlar gelip yerleşmiş yerli Hemşinlilerle kaynaşmış olmalı ki, bugün Hemşin halkı Türkçe konuşmakta ve Türkçeden başka bir dil bilmemektedir. Nitekim 16. Yüzyılsonu veya 17. Yüzyıl başlarında yazılmış olan 122 numaralı Tapu Tahrir defteri, Pazar'ın Hemşin'e bitişik köylerinden birinin "Başköy" ismini taşıdığını göstermektedir. Bu köye Türkçe konuşanlar gelip yerleşmemişse o zamanlar tamamı Müslüman olan bu köye neden "Başköy" gibi Türkçe bir isim verilmiş olsun? Hemşin'e gelip yerleşen Türklerin çoğunluğu sayesindedir ki, Müslümanlığı seçen eski Hristiyanlar, dillerini tamamen unutarak Hamedan kökenli Türkler olarak eski kimliklerine kavuşmuşlardı diyoruz. RİZELİLER : Eskiden beri bu bölgede yaşayan Kolh'lar ve Sanni'ler, Oğuzlardan bir bölük olan Afşar'lar, 5. yüzyıldan sonra Hristiyanlık dinini kabul ederek asimile olmuş, ana dillerini unutarak Bizans İmparatorluğunun resmi dili olan Rumcayı konuşmaya başlamışlardı. Trabzon'un ve Rize'nin fethinden sonra buraya gelen askeri ve mülki görevlilerin ve tımar sahiplerinin etkisiyle Rize’de de Müslümanlığı seçenler olmuştu. 16. yüzyıl başlarında nüfusun sekizde biri, 1583 yılına gelindiğinde de nüfusun beşte biri Müslümandı. Sekizde birden beşte bire kadar olan artışta Müslümanlığa geçişlerin rolü olduğu kadar Türkçe konuşan Müslümanların bölgeye getirilip yerleştirilmelerinin de etkisi olmuştu. Veba salgını ve göçlerle boşalan köy ve mahallelere ana dili Türkçe olan aileler gelip yerleştikçe Türk dili bütün bütün hakim olmuş, Rumca bilen Müslümanlar da zamanla eski dillerini unutmuşlardı. Osmanlılar, Müslümanlığı topluca kabul eden bölgelere yeni dinlerini öğretmek için hocalar gönderiyor; buralara medreseler açıyordu. Bu toplulukların ana dillerini değiştirmeleri konusunda hiçbir baskı yapıl-mıyor, hatta bu bölgelerdeki medrese eğitimi anadilinde sürdürülüyordu. Müslümanlığa toplu geçişlerin olmadığı Rize gibi bölgelere başka yerden Müslümanlar getirilerek yerleştiriliyordu. Rize'ye gelen Müslümanlar, Cami-i Şerif mahallesinde görüldüğü gibi ya toplu göçler halinde oluyor, ya da tek tek aileler şeklinde gelip, uygun gördükleri yerlere yerleşiyorlardı. Dışarıya göç ve veba salgını gibi nedenlerle azalan nüfus, dışarıdan alınan göçlerle takviye ediliyordu; bu daha çok kendiliğinden oluşan bir iskan şekliydi. Herhalde tımar sisteminin bozulmasıyla bu durum daha da hızlanmıştır. Bilhassa eşkiyalık ve can güvenliği gibi nedenlerle eski yurtlarından ayrılmak zorunda kalan insanlar, Rize'yi bir sığınak gibi görmüş olabilirler. Bu konuda ayanlık sistemini ve ayanlara sığınan kanun kaçaklarını da hatırlamak gerekir. Tevekkülle orta halli bir hayata razı olanlar için, Rize bölgesi kendine yeten bir tarım hayatına sahipti. Sonradan oluşturulan yerleşim yerleri ve ailelerin kendi kökenleri konusunda ileri sürdükleri iddialar, yukarıda söylediklerimizi kuvvetlendir-mektedir. Prof. Dr. Faruk Sümer'in Oğuzlar adlı eserinin 5. sayfasında bu konu ile ilgili olarak aşağıdaki tespiti yaptığını görüyoruz. "Öte yandan eğer toplu halde dönmeler olsa idi, Müslüman olan bu yerli toplulukları Bulgaristan'daki Pomaklar, Arnavutlar ve Boşnaklar gibi kendi anadillerini konuşur görecektik. Rize şehri ile köylerinde Türkçe konuşulması, Türk yerleşiminden ileri gelmiştir. Gerçekten de biz, Rize yöresinin, ünlü Oğuz Boyu Çepniler tarafından iskan edildiğini iyice biliyoruz."
94
94 |