Trabzon ve Erzurum valilikleri ile Anapa seraskerliğine müştereken tayin edilmiş olan Sarı Abdullah Paşa'nın görevleri arasında muhtemelen Battal Hüseyin Paşa'nın idam edilmesi de vardı. Canikli Ali Paşa'nın kethüdası ve bölgenin zengin ve güçlü ailelerinden olan Sarı Abdullah Paşa, Anapa üzerine serasker olmuş ise de, o da selefi gibi işi ağırdan alarak bir yıl kadar oyalanmıştı. Paşa, bölgedeki derebeyleri sindirmeye uğraşarak bağımsızlığını artırmayı amaçlıyordu. İçinde bulunan zamanın icabı, Osmanlı devleti maalesef işlerini bu gibi yerel hanedan mensupları ile yürütmek mecburiyetinde idi. Çünkü Enderundan yetişen paşalar kapı halkı ne kadar kalabalık olursa olsun bu gibi zorbalarla başa çıkamıyordu. Dolayısıyla halkın hukuku da yerel zorbaların insafına kalıyordu. Ruslar, Sarı Abdullah Paşa'nın oyalanmasını fırsat bilerek Anapa kalesini üçüncü kez kuşattılar ve çok başarılı bir müdafaaya rağmen kaleyi ele geçirdiler (1789). Sarı Abdullah Paşa yavaş hareket ederek Anapa kalesinin düşmesine sebep olduğu için idamına hükmedildi. İkinci vilayeti olan Erzurum'a giderken yolda pusuya düşürülerek öldürüldü. Anapa kalesinin düşmesini müteakip Osmanlı İmparatorluğu, Rion Irmağı ağzında yapılmış olan Faş kalesini tahkim ederek burayı muhafaza etmeye çalıştı. Trabzon bölgesinden 500 neferi Faş kalesinin muhafazasına Kastamonu mütesellimi Altıkulaç zadeyi de aynı sayıda neferle Batum Kalesinin muhafazasına memur eyledi. Canikli ailesinin hıyaneti ve yerel hanedanların zaman zaman devlete isyanına rağmen, devlet bunların gücünden yararlanmaya devam ediyordu. Nitekim Ruslara teslim olan Battal Hüseyin Paşa'nın haince davranışına aldırmadan iki oğluna daha devlet görevi verilmişti. Battal Paşa'nın bir oğlu Hayrettin Paşa, Canik sancağına mütesellim, diğer oğlu Tayyar Paşa da Trabzon ve Erzurum'a müştereken vali olarak atandılar. Bir müddet sonra Tayyar Paşa'nın bazı hareketleri isyan şeklini alınca, müstafi sadrazam Yusuf Ziya Paşa üzerine gönderildi. Tayyar Paşa önce Sohum'a oradan da Rusya'ya kaçarak kurtuldu. Böylece Canikli ailesinden baba oğul iki vali Ruslara sığınmışlardı. Bütün bu Kafkas olayları sırasında Rize ve yakın çevresi oldukça hareketli yıllar yaşadı. Kafkas bölgesine, Anapa ve Faş kalelerinin muhafazasına gönderilen askerler, bu çevreden toplanıyor ve halk tarafından teçhiz ediliyordu. Savaş masrafları için toplanan ilave vergilere beyler ve ayanlar öncülük ediyordu. Bu işler yapılırken halkın üzerindeki baskı bir kat daha artıyordu. Anapa engeli de kalktıktan sonra Rusların Gürcistan üzerindeki baskısı bir kat daha arttı. Ruslar, Kafkas dağlarını aşan yeni yollar ve yol boyunca yeni kaleler inşa ettiler. 1810 yılına gelindiğinde Rus askerleri Tiflis'e kadar gelmiş, Osmanlıların Açıkbaş memleketleri dedikleri İmareti bölgesini tehdide başlamışlardı. İmareti hakimi olan Solomon, Ruslarla Osmanlılar arasında kimi tutacağına tereddüt ediyor, bazen o tarafa ve bazen de bu tarafa meylediyordu. Ruslar Faş kalesini alarak Açıkbaş memleketlerini tehdit etmeye başlayınca Solomon Osmanlılardan yardım istedi. Osmanlı devleti, Rus taarruzlarına karşı koymak ve Rion nehri ağzında bulunan Faş Kalesini geri almak için Trabzon Mütesellimi Hazinedaroğlu Süleyman Ağa'yı görevlendirdi. Bu arada Çerkez ve Nogay beylerine de fermanlar yazıldı. Savaşa katılmaları, Soğucak'da kapanıp kalan Soğucak Muhafızı Seyyit Hüseyin Paşa'ya yardıma gitmeleri istendi. Kafkaslada savaşabilmek ve Faş kalesini geri alabilmek için Trabzon Vilayetinde bulunan ekinci, zaim, timar sahipleri, kaza ayanları ve mahalli beyler Hazinedaroğlu Süleyman Ağa'nın emrine verildi. Süleyman Ağa çevreden 4000 nefer toplayarak Faş Kalesi üzerine gitti. Faş Kalesi'nin kurtarılmasına Rize Ayanı Tuzcuoğlu Memiş Ağa'da ekibiyle katılmış ve yararlılıklar göstermişti. Bu başarısından ötürü de kapıcıbaşılık rütbesi ile taltif edilmişti. Bu rütbeye sahip olanlar sancaklara mütesellim olarak atanabiliyordu. Nitekim bu rütbeyi alan Tuzcuoğlu Memiş Ağa, Batum kalesi ile birlikte Batum Sancağı muhafazasına da memur edildi. Batum Sancağının hakimi artık Tuzcuoğlu Memiş Ağa idi.
D- TARİHİ KAYNAKLARDA RİZE
Umumi tarihler, savaş bölgelerinin dışında ve uzağında kaldığı veya önemli iç karışıklıkların görülmediği dönemlerde doğal olarak Rize'den bahsetmemiştir. Bu nedenle 17 ve 18. yüzyıllar Rize'den çok az bahsedilen yıllar olmuştur. 18. yüzyıl başlarında Rize'den ilk bahseden kaynak Defterdar Sarı Mehmet Paşa'nın "Zübde-i Vakaiyat" adlı eseri oldu. 1656 - 1704 yılları olaylarını içine alan bu kitap Rize'den sadece bir yerde bahseder. Yukarıda
113
113 |