12
Maturidî, burada şunu demek istiyor: Eğer her fiilin sahibi Allah ise o zaman Allah’ın kullarına şunu yapınız ve şunu yapmayınız şeklinde emr etmesi cebir ilkesine göre doğru olmaz. Allah emrederse kendisine emretmiş olur. Eğer kullarına emrediyorsa, fiilinin gerçek sahibi olmayan kullarını cezalandırıyor veya mükâfatlandırıyor. Bu tutum, niteliği hikmet ve rahmet sahibi olan O ulu varlığa yakışmaz. Allah bu tür abesliklerden münezzehtir. Yine kulun elinde bir yetki yoksa onlara doğru yolu göstermek için peygamberler ve kitaplar gönderilmesinin bir anlamı olmaz. Çünkü kutsal kitaplarda mevcut olan emirler, yasaklar ve bunun karşılığı olan mükâfat ve cezaların kullara değil, Allah’a râci olması gerekir. Yani Allah emir ve yasaklarla mükâfatları kendine vermiş olur. Kulu fiillerinde sorumlu tutmayan Cebriyye, bu nedenlerle yanlışlıklar içerir. Şu örnekte olduğu gibi: Allah kullarına zekât vermeyi emrederse de aslında kendisine emretmiş olur. Kul zekât verir ama aslında zekâtı da Allah vermiş olur. Sonra da bundan dolayı kulunu mükâfatlandırır. Bunu öldürme veya imanın şartlarından birini inkâr olayına da tatbik edebiliriz ve böylece bir sürü abeslikler ortaya çıkar.
Cebriyye mezhebinin yaygın olduğu ve siyasi destek gördüğü dönem Emeviler zamanı olmuştur. Emevi devletinin halifeleri, Cebriyyeci görüşe siyasi destek veriyor, muhalifleri cezalandırıyorlardı.
Bu dönemde yaşamış ve Cebriyyeci görüşlere karşı tavır alan dönemin alimlerinden biri olan Hasan El-Basrî’ye atfedilen bir risalede Hasan El Basrî, Cebriyenin iddialarından birini şu şekilde ifade etmektedir:
“Allah insanların kâfir olacağını elbet bilmektedir. Artık onların iman etmeye güçleri yetmez. Çünkü Allah’ın bilmesi buna manidir.” ((Mustafa İslamoğlu: Kader Risalesi ve Şerhi. Sayfa:159)
12 |