1  2  3  4  5  6  7  8  9  10  11  12  13  14  15  16  17  18  19  20  21  22  23  24  25  26  27  28  29  30  31  32  33  34  35  36  37  38  39  40  41  42  43  44  45  46  47  48  49  50  51  52  53  54  55  56  57  58  59  60  61  62  63  64  65  66  67  68  69  70  71 



      Üç nesil bir aradayken sonunda ikiye, bire düşen hane halkı… Hayatın bütün ağırlığıyla yaşanması mecburi, çekilmesi zor, hasret dolu bir yaşlılık.

      Zamanın hükmüne yenilmiş, kiremitleri kararmış, saçakları çökmüş, camları kırılmış ve simsiyah gözlerini dışarıya dikmiş, bir hayaleti andıran kupkuru bir iskelet.

       Daha nice nice evler… Perdeleri, kapıları kapatılmış, bacaları tütmez; kedisi, köpeği, ineği ve horozu susmuş, avlularını ot bağlamış, duvarları sarmaşıklar ve yeşil yosunlar tarafından esir alınmış, insan elinin bütün izleri silinmiş; fareler, kertenkeleler, rutubet böcekleri ve solucanların mekân tuttuğu terk edilmiş evler…

  ***

      Ben, bu noktada, hayalimi avuçlarıma alıyor, boşalmış evlerden oluşmuş, terk edilmiş bütün köyleri gözümün önüne getirmeye çalışıyorum. Bir daha geri gelmeyecek, hayata gülümsemeyecek olan şu evleri, mahalleleri ve köyleri hatırlamaya çalışıyorum.

  Şimdi her ölü gibi geriye dönüşü olmayan bir yolculuk var evlerde. Kucaklaşmadan, el sıkışmadan, soğuk, dargın sessizce ayrılıyoruz evlerimizden.

      Küs, sessiz ve soluksuz olan bu ölü evleri, yaşanmış pek çok hatırayı anlatamamanın sıkıntısı, durgunluğu içinde görüyorum. Can çekişen bir sessizliğin çığlıklarını duyuyor, kendi ölümüne ağlayan bu evlerin iniltilerini duyuyorum.

      Ve dönüyor, canlı evleri düşünüyorum: Ocağında ateşi, bacasında dumanı; avlusunda, pencerelerinde kuruması için asılmış çamaşırları olan; geleni gideni çok; hayvanları, ekinleri, meyveleri ile… Dört mev

  

  60

  

 


60
Önceki                  Sonraki