1  2  3  4  5  6  7  8  9  10  11  12  13  14  15  16  17  18  19  20  21  22  23  24  25  26  27  28  29  30  31  32  33  34  35  36  37  38  39  40  41  42  43  44  45  46  47  48  49  50  51  52  53  54  55  56  57  58  59  60  61  62  63  64  65  66  67  68  69  70  71 



  bir tahta veya bir taş dikiliyordu ama bir müddet sonra bu mezarların kimlere ait olduğu unutulup gidiyordu. Kimsenin geriye dönüp bakacak hali yoktu.         

  Rusların iki yıl kadar süren işgali, insanları büsbütün karamsarlığa düşürmüştü. İşgalciler kimsenin namusuna dokunmuyordu ama küçük fakat zorunlu ihtiyaçları için çarşıya/şehre inen kadınlar yine de en eski püskü kıyafetlerini giyiyorlardı. Örneğin, ineklerin hizmetine giderken giyilen dolaylıkla çarşıya gidenlere rastlanıyordu. Bu durum, onların yoksulluğundan değil, alımlı görünmekten koktukları içindi.

  O yıllarda çarşıdan alınacak en önemli ihtiyaç tuzdu ama savaş yüzünden tuz taşıyan gemiler limana gelmiyor, önemli ölçüde tuz sıkıntısı çekiliyordu. İnsanlar, sırtlarında güğümlerle deniz suyu taşıyıp kaynatıyor ve bu şekilde deniz suyundan tuz elde etmeye çalışıyorlardı.

  Bu dönemde tuz olmadığı gibi sabun da yoktu. İnsanlar, çamaşırlarını kül suyuyla yıkıyorlardı. Tahtakurusu, pire, bit gibi şimdilerde gençlerin hatırlamadığı ya da tanımadığı haşerelerle mücadele etmek oldukça zordu. Bu haşerelerle mücadele ilaçlarıyla halkın giyebileceği lastik ayakkabılar ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmıştı.

  Lastik ayakkabılardan önce halkın ineklerin ham derisinden dikip giydikleri çarıklar bile ancak kış aylarında ayakları ısıtabiliyordu. Halkın çoğu yazı yalınayak geçirmek zorundaydı.

  Zamanın yöneticilerinin koydukları kurallar gereği, köylülerin Rize çarşısına yalınayak girmeleri ya

  

  17

  

 


17
Önceki                  Sonraki