1  2  3  4  5  6  7  8  9  10  11  12  13  14  15  16  17  18  19  20  21  22  23  24  25  26  27  28  29  30  31  32  33  34  35  36  37  38  39  40  41  42  43  44  45  46  47  48  49  50  51  52  53  54  55  56  57  58  59  60  61  62  63  64  65  66  67  68  69  70  71 



  yük çaycılarındandı. Oğlu Hafız İbrahim de çaydan

  geçiniyor, kızlarını bu sayede evlendiriyor, oğullarını başka diyarlarda okutuyordu.

  Hafız İbrahim’in karısı ölünce, o da çaresiz oğullarının yanına gitti.

  Şimdi yetmiş senedir yanan ocakları yanmaz, tüten bacaları tütmez, şarıl şarıl akan suları da artık akmaz olmuş.

      Hasan Usta evini, ne büyük heves, fedakârlık ve gayretle yapıp tamamlamıştı.

  İçindeki insanlarla birlikte hatırlamaya çalıştığım bu bakımlı ve zamanına göre gösterişli evi şimdiki harabe ve iskelete dönmüş haliyle görünce, evlerin ölümünü yazmaya karar verdim.

  Öyle ölü evler ki, onlarcası, yüzlercesi ile burada yaşamış olanların geçmişlerini hatırlatıyor ve şimdiki halleriyle bizlere hüzün veriyor.

      Geçmişleriyle hatırladığımız o canlı evler ki, perdeleri yarı aralık, bacaları dumanlı, taş basamaklı merdivenleri sürekli kullanıldığı için yosunsuz ve otsuz.

  Hane halkından sayılan kedi, köpek, tavuk ve inek sesleri ve bunlarla yarışan çocuk ağlamaları. Sonra yemek kokuları ve bahçedeki iplere asılmış beyaz ve renkli çamaşırlar.

      Samimiyetin, fedakârlığın, neşenin ve acıların birlikte yaşandığı diri ve sıcak yuvalar.

      Sonra Hasan Usta’nın evinin encamını hatırlatır bir şekilde bu sıcak ortamlardan tek tek ayrılışlar. Her biri ayrı bir hikâyeye konu olabilecek evlenme, tahsil, gurbet ve ölüm.

  

  59

  

 


59
Önceki                  Sonraki