simde üç nesil bir arada... Ayrıca bu evlerden ninni sesleri ve çocuk ağlamaları duymak istiyorum.
Ben evleri sahiplerine küsmüş, hüzünlü duruşlarıyla hatırlamak istemiyorum. Neşeli, canlı, sesli ve sahipleriyle birlikte gözümde canlandırdığım gibi görmek istiyorum.
Her canlı gibi köy evleri de ölür. Bütün canlılar gibi yavaşça söner, iniler ve iniltilerle ölür. Terk edilmiş ve bu yüzden yalnızlık hastalığına tutulan şu evlere bir bakın. Hüzünlü, küsmüş bir soluk gibi sessiz, bir ceset gibi duygusuz; soğuk, matemli, kasvetli, zamanın yükünü yüklenmiş, büzülmüş ve yorgun evler...
Geceleri ay ışığının ve yıldızların altında suskun bir şekilde uyuyan bu evlerin ruhlar, cinler ve periler tarafından sahiplenildiğine ilişkin ifadelere kulak veriyorum: Evlerin bu yeni sahipleri rüzgârın uğultusuna uyanır, kapıları açıp kapar, çığlıklar atar, takunyalarla odaları dolaşır ve pencerelerden havayı yoklarlarmış.
Ne zaman terk edilmiş, ölü bir ev görsem bu evi yapanlar ve yaptıranlar gözümde canlanır. Geleceğin mutlu hayallerini iç dünyalarında yaşayan insanların zevkle yaptırdıkları bu evler, artık ona şekil veren elleri de yaptıranları da hatırlamıyor bile.
Buna rağmen evlerin ölümü ve göçler yüzünden yalnızlaşan köylerimiz, ‘köyün varsa köklerin var’ gerçeğini bizlere hatırlatmaya devam edecek.
Köy evleri baba evidir; kızların, torunların evidir; sıcak, sımsıcak bir aile ocağıdır.
İnsan ölür, oğullar ve torunlar bırakır; evler ölür, boşluk bırakır.
61
61 |