giderlere katkıda bulunuyordu. İlerde müstakil bir ev sahibi olabilirlerdi, en azından böyle bir hayalleri vardı.
Nahide gelin, kocasının ölüm haberi geldikten sonra, bir iki hafta kocasının evinde yas tutmuş; gözlerinde yaşlar, karnında bebeğiyle babasının evine dönmüştü. Babasının evinde de hep korkulu bir bekleyiş ve üzüntü vardı. Üç ağabeyi de tıpkı kocası Hafız Ahmet gibi bir gün içinde hazırlanıp jandarmaların eşliğinde nereye, hangi cepheye sevk edildikleri bile bilinmeden seferber olmuşlardı. Sadece ağabeylerinden biri kısa bir mektupla ailesine ulaşabildi. Sahil cephesinde savaşıyor, sağlığının iyi olduğunu bildiriyordu. Diğer ağabeylerinden uzun zaman geçmesine rağmen hiçbir haber alınamadı. Hüzünlü bekleyiş devam ediyordu.
Evde bir erkek kardeşleri daha vardı; onu, küçük olduğu için askere almamışlardı.
Nahide’nin ağabeylerinin üçü de evliydi, evde üç gelin ve ayrıca çok sayıda çocuk bulunuyordu. Ana babası da sağ olduğundan hanedeki kişi sayısı, askerde olanlar hariç tutulunca on dört kişiyi buluyordu. Evleri oldukça büyüktü. Ana baba, gelinler, kardeşler, her birine birer oda ayrıldıktan sonra misafir için bile odaları mevcuttu.
Gerçekte köyde herkesin durumu birbirine benziyordu. Bazı evlerden bir, bazı evlerden iki veya üç kişi askere alınmıştı ve bunların çoğundan haber alınamıyordu.
Şimdi, bir yandan şehit haberleri geliyor bir yandan da genç yaşlı demeden hastalıktan ölenler çoğalıyordu. Kadınlardan hastalanıp ölenler noktasında ise tam bir duyarsızlık vardı. Ölenlerin mezarının başına
16
16 |